16 Ekim 2009

HARLEM "ZİYARETİ"



New York'a 2,5 ay sonunda tekrar dönmüştüm. Çok farklıydım o zaman, çok değişmiş, çok şey öğrenmiştim Amerika hakkında. Sabahın erken saatinde Virginia Beach-New York City seferini tamamlamak üzere otobüsüm terminale girdi. Aslında herşey için çok erkendi, ne yapayım ben şimdi diye düşünürken, aklıma eylül ayında hostellerin genelde dolu olduğu bu yüzden de yer bulmanın oldukça güç olduğu geldi, ben de elimdeki adres listelerinde işaret koyduklarımdan ilkinin yolunu tuttum. Bir haftalık "fun pass" metro kartımı aldıktan sonra sanki daha önce binlerce kez gitmişim gibi kendimden emin, elimdeki ağır bavullara aldırmadan metronun dar kapılardından geçtim. Sonra C hattını beklemeye koyuldum. Bir metro haritası alıp nerde inmem gerektiğini tren gelene kadar yeniden bir kontrol ettikten sonra tren geldi, çok değil beş durak sonra ordaydım...

Yeryüzüne çıktığımda beni güzel binalar karşıladı. Gerçekten güzeldi binalar, çok zengin muhit olmalı burası, acaba yanlış yere mi geldim diye düşünürken sokak, cadde ismine baktım, elimdeki adresi doğruluyordu hepsi, sokağın girişinde oranın sakinleri olduğunu düşündüğüm iki adam konuşuyorlardı, onlara sorsam mı diye düşünürken biri atladı hemen: "are you looking for youth hostel?( hosteli mi arıyorsunuz?)" şaşırdım birden, ben adamlara soracağım sorunun ingilizcesini aklımda birleştirmeye çalışırken gelen bu soruyla birazcık afallayıp iniltili bir "yes" deyiverdim, adam da iki blok ötede 27 numara dedi. Teşekkür edip ilerledim ve bir de baktım hostel oracıkta süzüm süzüm bana bakıyordu. Hazine bulmuş korsan misali kapıyı şevkle çaldım. Açan olmadı. Umutsuzluğa kapıldım bir an, sonra saatime baktım ki , saat daha 7 bile olmamıştı. Çaresiz, insanların uyanmasını bekleyecektim. Merdivenlere oturdum. Yanımda Virginia Beach'te yolda yemek için aldığım cips ve bir tanecik de muz vardı. Sabah kahvaltısını da yapıverdim hemen oracıkta, zaman ilerledikçe hostelin önü de gezgin gençlerle dolmaya başladı. Britanyalı tombul kız Jane, Almanyalı Gerald de sıraya geçtiler. Amerikada hemen hemen herşeyde geçerli "ilk gelen kapar" kuralını anımsayarak sıramı kimseye kaptırmadım.

Kapılar açıldı, resepsiyona gittim, yer olup olmadığını sordum. Otuzunu aştığını tahmin ettiğim fransız aksanlı adam evet dediğinde öyle rahatladım ki anlatamam. Eğer orda yer olmasa idi başka hostelleri bir bir aramak zorunda kalacaktım elimdeki o bavullarla ve bulduğum bu ucuz hostelden kesinlikle daha fazla ödeyecektim. İşlemleri yaptık, parayı ödedim (gecelik 20 dolar) ve yatağıma hızlı adımlarla gidip bedenimi yatağın düzlüğüne salıverdim. Bir iki saat uykudan sonra. "New York'dayım ben dostlarım" diye mailler yollamalıyım diye düşündüm ve internete girebileceğim bir mekan aradım, hostelin böyle bir hizmeti de vardı ama yarım saati 6 dolar gibi uçuk bir ücret talep etmelerine gerçekten içerledim oysa birbirimize ısınmaya daha yeni başlıyorduk. Neyse aklıma Columbia Üniversitesi geldi. Orada yemekhane ve konferans salonu girişinde ayaküstü bedava internete girebileceğim bilgisayarların varlığını hatırladım. Atladım tekrar metroya, haritaya baktım tekrar ve trene bindim. 116. sokakta indim ve duraktan yukarıya çıktığım anda yıkılıverdim. Eski püstü binalar, harabe, terkedilmiş izlenimi veren bir şehir silüeti karşıladı beni. Burası Harlem! dedim içimden, zira heryerde zenciler olması bunu doğruluyordu.

Şaşırdım kaldım, ne tarafa gideceğime karar veremedim, gerisin geriye durağa koşar adımlarla indim, metro kartımı geçirdim ve treni beklemeye başladım, sonra ikinci bir şok daha! Bu duraktan geçen trenler tek yöne gidiyordu, o yüzden karşı durağa geçmeliydim, çıktım yine harlemin karanlığına. Bulamadım durağı , saçma sapan ortalıkta dolaşırken beyaz birini gördüm çölde vaha görmüş bahtsız bedevi misali bu beyaz adamın kutup ayısı olmamasını dileyerek ona doğru yöneldim. Durağın nerde olduğunu sordum, cevapladı, sakindi, ılımlı.

Hızlı hızlı gittim, etrafıma bile bakmıyordum. Metronun merdivenlerinden indim ve metro kartını geçirdim, bilmem kaçıncı şoku da yaşadım! Aynı duraktan ikinci kez geçirdiğim için makine geçemezsin uyarısı verdi, sonra görevliye gittim, kartı kontrol etti, bana "go go" diye bağırdı. Sanki kaç burdan canını kurtar diyordu. Tren hemen geldi ve ben geldiğim gibi tekrar hostelimine döndüm. Açıkcası Newyork'a geldiğimin ilk günü böyle bir hadise yaşamak gerçekten ilginçti. Öyleki manhattan adasının görkemli kısımlarının düzgün, bakımlı binalarla döşenmiş zengin görünümlü elit hali adanın kuzey doğu bölgesine doğru yerini harap binalara, süregelen bir savaş varmış izlenimi veren bir bölgeye bırakıyordu. Aslında herşey içinde tezatını da taşır sözü tam anlamıyla Manhattan'a uyuyordu. Sanırım New York hakkında öğrendim ilk şey de bu oldu.

2 yorum:

  1. Arkadaşlarım, yurt dışı anılarını anlattıklarında hep can kulağıyla dinlemişimdir. Farklı yerler görmek, farklı insanlar tanımak hep heyecanlandırmıştır beni. Çok güzel kaleme almışsın, yazını keyifle okudum...

    YanıtlaSil
  2. Akıcı bir anlatımla okuyucuyu sıkmayan bir yazı olmuş. Sanıyorum yazarımızın günlük tutma alışkanlığı var.. Çünkü gayet hoş bir makale yayınlamış..

    YanıtlaSil

Popular Posts