25 Kasım 2011

ÇOK ARADIM, SONUNDA BULDUM!

Trenler bakıma alındığından bu yana uçmadığımı anlıyorum, çünkü ilk defa Oslo Gardermoen havaalananına otobüsle gidiyorum. Otobüsle ulaşım Türkiye topraklarında sıklıkla yaptığım bir eylem ama Norveç'te çok tercih ve haliyle çok tecrübe etmediğim bir ulaşım şekli. Teknik olarak çok farklı değil tabii ki ancak iş müşteri hizmetlerine gelince değişiyor. Elinizdeki bavulların sayısına göre tecrübeniz farklılaşabilir zira otobüsün devasa bagaj kapaklarını açıp hepsini tek tek kendiniz yerleştirmeniz icap ediyor bulabildiğiniz boşluklara, kimseden yardım beklemeyin, öyle bir kimse yok çünkü. Yanınıza almak istediğiniz şeyleri de önceden hazır etmekte fayda var, yoksa benim gibi o nerdeydi bu nerdeydi diye çanta diplerini karıştırmak suretiyle baya vakit kaybedebilir ve otobüsü kaçırma stresine girebilirsiniz. Otobüs şöförünün dikiz aynasındaki ifadesiz bakışlarının altında aradığımı en sonunda bulup kendimi otobüse atıyorum elimde siyah karton kapaklı, boyuna lastikli bir defterle. Henüz bir çizik bile atılmamış gayet bakire bir defter bu. Amacım artık zamanıdır deyip bu defterle aşna fişne olmak. Bu defteri ne zaman aldığımı tam hatırlamıyorum ama neresinden baksanız altı aydan fazla olmuştur. Ne zaman aldığımı tam kestiremesem de nasıl aldığımı çok iyi hatırlıyorum.
                            



Ofiste toplantı odalarının birinde tele konferans yaparken gözüm masanın üzerinde unutulmuş siyah,kalın kapaklı ve yandan lastikli deftere takıldı. Hemen elime alıp kapağına, kağıdına parmak ucumla ufak ufak dokundum. 
Acayip kaliteliydi.Kime ait olduğunu bulamasam da defterin adını öğrendim. O bir " Moleskine " idi.
Yeni iş, yeni heyecan ve en önemlisi yeni defter demek benim için. Ağustos 2010’da başladığım yeni işimi benim için yeni (profesyonel) başlangıç anlamına gelen yeni bir defterle taçlandırmam gerekiyordu. İlk zamanlar spiralli kareli defterler kullanmaya başladım. Yandan spiralli, üstten spiralli, üstünde saçma yazılar olan plastik kapaklı çirkin defterlerdi bunlar. İçime hiç sinmediler. Kalemim tıkanıp kalıyordu sanki bir şeyler karalarken, yazım eğri büğrüydü isteksizliğimi ayan beyan belli ederken. Kendime uygun en iyi defteri kah ofisin kırtasiyesinde kah bilumum kırtasiye dükkanlarında seçmeye çalışırken onunla karşılaştım hiç beklemediğim ve artık umutlarımın tükendiği bir anda. Ofiste toplantı odalarının birinde tele konferans yaparken gözüm masanın üzerinde unutulmuş siyah, kalın kapaklı ve yandan lastikli deftere takıldı. Hemen elime alıp kapağına, kağıdına parmak ucumla ufak ufak dokundum. Acayip kaliteliydi. İsim aradım üstünde, sahibine götürüp vermek ve öğrenmek için bu defterle ilgili herşeyi. Kime ait olduğunu bulamasam da defterin adını öğrendim. O bir Moleskine idi.
En yakın kırtasiyeye gidip hemen bir tane satın aldım. Bayram çocukları gibi keyfli ve neşeliydim, Moleskine'nin varlığını keşfetmek senelerimi alsa da kendisiyle müşerref olduğum için gayet mutlu ve huzurluydum.






Kırtasiye diye tabir ettiğimiz bütün o kalemler, defterler, silgiler, dosyalar her zaman için çok özel nesneler olmuşlardır hayatımda. Güzel yazı yazmak için güzel bir kaleme, aynı zamanda kaliteli kağıttan yapılmış bir deftere ihtiyaç olduğunu düşünürüm. İlkokul sonrasında edindiğim bu fetişin ilk zamanları Karadeniz’in her yanına şimdilerde büyük şehirlerde alışveriş merkezi olarak zuhur eden şeyin aynısı “Rus Pazarı” 
İlkokul sonrasında edindiğim bu fetişin ilk zamanları Karadeniz’in her yanına şimdilerde büyük şehirlerde alışveriş merkezi olarak zuhur eden şeyin aynısı “Rus Pazarı” olarak hayatımıza girdiği döneme rast gelir.
olarak hayatımıza girdiği döneme rast gelir. Satılan herşeyin kalitesizlik örneği olarak gösterilebileceği enteresan pazarlardı Rus pazarları. İşte o zamanlarda ekonomi yapmak isteyen ebeveynlerim tarafımdan bu pazarlardan alınıp elime tutuşturulmuş defterleri hatırlıyorum.

Sınıfın yarısından fazlasının sahip olduğu ve benim şanıma kesinlikle yakıştıramadığım bu defterlerin iğrenç kokulu plastik siyah, kırmızı, yeşil renkli kapakları vardı. Dışardan nesi varmış denilebilecek kadar masum duran bu adi defterlerin en kötü özelliği yazı yazmaya engel teşkil etmeleriydi. Aslında yazı yazarken anlamıyordunuz neyle muhatap olduğunuzu, kendisinin bütün foyası bir silgi ile karşılaşınca ortaya çıkıyordu. Silginin ilk darbesiyle afallayan kağıt aşınmak suretiyle başlıyordu ilk icraatine, kurşun kalemin sayfaya iğrençce dağılmasıyla görevini bitiriyordu. Sonuçta öbek öbek gri-siyah bulanık lekeler defterinizde kendisine saçma bir yer buluyor, kalitesizlik kendisini arsız arsız sergiliyordu. Evet işte tam da o zamanlarda anlamıştım kendimin ne derece kalem kağıt manyağı olduğumu.
                                                                    
                                                                     DEVAM EDECEK










Bu blogun bir kısmı Flybussen SAS otobüsünde İstanbul uçuşuna giderken yazılmış ve Norveç radyosu dinlenmiştir, diğer kısmı ise THY Oslo-İstanbul uçusu sırasında yazılmış, ilk defa business uçulmuştur.

3 yorum:

  1. Tam da benim hissettiklerim:)

    YanıtlaSil
  2. Bir defter üzerine bu kadar yazabilmek ayrı bir maharet ister :) Tebrikler, ellerinize sağlık :)

    YanıtlaSil
  3. Bir sonraki içinde Arwey'i görmelisin :))

    YanıtlaSil

Popular Posts